Gazze gibi küçük bir bölgeye yönelik gerçekleştirdiği vahşi saldırılarda başta ABD olmak üzere birçok ülkenin açık ya da örtülü desteğini alan İsrail’in, yeni Suriye devletiyle yaşayacağı olası bir çatışmada Gazze’den daha büyük bir uluslararası destek görmesi kuvvetle muhtemeldir.
Örneğin, ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkelerin oluşturacağı bir koalisyonun Suriye’ye yönelik bir askeri müdahalede bulunması ve bölge ülkelerinin buna sessiz kalması ihtimal dahilindedir.
Yeni Suriye yönetiminin İsrail’in kışkırtıcı saldırılarına karşı attığı adımlar incelendiğinde, bu adımların doğrudan bir savaş seçeneği dışında kalan diplomatik ve stratejik hamlelerden oluştuğu görülmektedir.
– İlk olarak, bölgede istikrarı önemseyen Türkiye ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin, İran ve Rusya’nın çekilmesiyle oluşan boşlukları doldurmasına olanak tanınarak İsrail’in önüne bir denge unsuru koyulması hedeflenmiştir.
Bu gelişmeleri yakından izleyen İsrail ise Türkiye’nin üs kurmayı planladığı havaalanlarını yoğun bombardımana tutarak bu girişimi engellemiştir.
– İsrail’in bölgede kurulmak istenen istikrarı baltalamak amacıyla desteklemeye çalıştığı Dürzi topluluğu da Suriye yönetiminin özel ilgisine konu olmuştur.
Dürzilerin Suriye Halk Sarayı’nda misafir edilmesi, memur ve emekli maaşlarının sürdürülmesi ile sosyal ve siyasi haklarının korunarak yeni yönetime entegre edilmeleri bu çabanın göstergesi olarak değerlendirilebilir.
– Ayrıca, ABD’de yaşayan Suriyeli toplumların oluşturduğu lobiler aracılığıyla Trump yönetimi üzerinde etki oluşturulmaya çalışılmıştır.
Nitekim Trump ile Netanyahu arasındaki görüşmelerde, Trump, Suriye’de istikrarı bozacak adımlardan uzak durulması gerektiğini vurgulamış ve bu konuda İsrail ile bazı görüş ayrılıkları yaşamıştır.
– Öte yandan, ABD ve İsrail’de yaşayan Suriye kökenli Yahudilerle temas kurulmuş; azınlık hakları çerçevesinde bu topluluğun Suriye’nin tarihî ve toplumsal dokusunun bir parçası olduğu vurgulanarak hem İsrail kamuoyunda hem de Amerikan siyasetinde yeni yönetimin meşruiyeti güçlendirilmeye çalışılmıştır.
– Birleşmiş Milletler’e, tampon bölgelerde gözlem noktaları oluşturması çağrısı yapılmış, ancak bu çağrı cevapsız kalmıştır.
Aynı şekilde, Rusya’nın bölgede varlık göstermesine göz yumulmuş; bu sayede hem Batılı güçlere karşı bir denge unsuru oluşturulması hem de İsrail saldırılarını sınırlamak amacıyla bir caydırıcılık mekanizması geliştirilmesi amaçlanmıştır.
– Uluslararası ilişkilerde ve çok taraflı platformlardaki açıklamalarda, Suriye’nin bölgeye istikrar kazandırmayı hedeflediği ve başka ülkelere yönelik tehdit oluşturmadığı vurgulanarak İsrail’in saldırılarının gerekçesiz olduğu dile getirilmeye çalışılmıştır.
Tüm bu diplomatik ve stratejik girişimlere rağmen, İsrail’in saldırgan tutumu durdurulamamıştır.
Ancak, İsrail’in olası bir kara harekâtını başlatamamasının temel nedeni bu önlemler değil; halihazırda Gazze’de yürüttüğü operasyonların yarattığı çıkmaz ve ikinci bir cephede savaşmanın doğuracağı belirsizliktir. Ne var ki, İsrail, kendi açısından uygun koşullar oluştuğunda kara harekâtını genişletmekten geri durmayacaktır.
Öte yandan, Suriye yönetimi de elverişli koşullar oluştuğunda işgal altındaki topraklarını geri almak ve daha da önemlisi, İsrail’in Mescid-i Aksa üzerindeki işgaline son vermek için kararlı bir tutum sergilemekten kaçınmayacaktır.